19 Nisan 2012 Perşembe

İSİMSİZ


Sevmeye bile cesaret edemeyeceğim kadar güzelsin..
Ben korkmam..
Sadece eksik yanlarımı görmekten önümü göremiyorum..
Seni  bile göremiyorum bazen..  
Sana baktıkça tamamlayamıyorum kendimi..
Parçalanıp yitiyorum bu boşlukta..

Sustukça öfkem büyüyor, konuştukça aşkım..
Baktıkça göz bebeklerim büyüyor, bakmadıkça hasretin..
Baktıkça susuyorum, öfkem hasretimi  tırpanlıyor
Ve gözyaşlarım göz bebeklerimi..

Şaraba ve saçlarına adanmış kırmızı..
Ben sıkıyorum dişlerimi akıyor dudaklarımdan kan, kırmızı..
Benim gibi sevinçten ağlayamayanlar için çaresizliktir gözyaşı..
Gözyaşı demişken “rahatsız eder saçlarımın ıslaklığı” dersin..
Sen dersinde bana dokunmaz ıslaklığı ama hasta olursun sen yinede kurut saçlarını..

O kadar uzaksın ki “yanıma gel” desen korkarım da lafı değiştiririm..
Ben korkmam..
Kilometreler varken arada tutar da topukludaki santime takarım kafayı..
Ben takarım..
Saatlerce susarım da konuşmaya başlayınca özlersin beni..
Sen özlersin de, ben susarım..
Ben yıllar yılı koşarım da sen oturursun, oturduğun yerde yorulursun..
Sen yorulursun da ben yine koşarım..
Koşarım bir türlü kavuşamadığım hayallerimin peşinden..
Ve ben koşarım koşmasına da sen orada olur musun..? 


5 Ekim 2010 Salı

Birlikte Bir Aşka

Canımın yanmış olması umrumda değil..!

Kanımın çekilmesi damarlarımdan ve buz kesilen avuçlarımdaki terler..

Umrumda bile değil..!

Aynı koltukta oturuyorum,

sol karşıda tv, sağımda şu an ellerimin dokunduğu, gözlerimin dikildiği alet var..

Gündüz neyse de diyorum (geç uyanmakla ilgilidir) geceleri bir sancı yine içimde

ve hep aynı saatte acıkıyorum,

biliyorum haberin yok; ama yine de her zaman ki gibi şaşırmıyorsun..

Deli gibi uyuyakalmak istiyorum; çünkü düşünmekten uyuyamıyorum..

Ve sonunda uyuyakalıyorum,

öğlene doğru uyanıyorum küçük bir kız çocuğu uyandırıyor beni ismi Elif,

o lanet asık suratımı güldürmeyi başarıyor ve sonra yine akşam oluyor

ve tek kazanımım günleri daha az zaiyatla geçiriyor olmam oluyor..

Hâlâ seviliyorum, hala çevremde insanlar var; ailem, dostlarım, arkadaşlarım hatta hayranlarım var..

Sonra nefes de alabiliyorum, nabzım da atıyor;

ama hâlâ ölsek birbirimizden haberimiz olmayacak tarzında yaşıyoruz...

Sende bildin onu,

biz o diğer insanlar gibi olmadık

biz birbirimiz olmadan da yaşayabiliyoruz; ama birlikte bir b(aşka) (...)

15 Eylül 2010 Çarşamba

Masumiyet

Artık sevdiğim kişi için kendime bahaneler uydurmuyorum,
beni sevdiği için yapıyor diyemiyorum mesela..


Bir aşk bir hayattan önemlidir tezini,
bir aşk bir incir çekirdeğini dolduramayabilir antiteziyle yoğurup öylece olduğu yere bırakıyorum;
çünkü sentezi ölümle sınanıyor aşkın..


Şimdi içi jöleli donutlar var elimde,
her defasında elimden düşürüyorum, canım istiyor ama eğilip alamıyorum,
sadece arkamı dönüp gitmek düşüyor payıma ama onu da yapamıyorum..


Şimdi ikimizde ne kadar özgürüz değil mi?
Başıboşluktan, yalnızlıktan, hesap vermemekten değil sadece acılarımızdan..!
Şairleri haklı çıkarmak tek yaptığımız, çektiğimiz acılar kadar özgürüz işte..!
O kadar özgürüm ki;
bir kıtada açlıktan,
bir başka kıtada savaşın ortasında öksüz ve yetim kalmaktan,
bir başka coğrafyada hastalıktan acı çekiyorum..!
Onların bu duyguyu tatmaya fırsatları olmadı küçük ömürlerinde belki ama
bu acı insanlığın tek ortak acısıydı..!


Benden önce söylenen yalanların benim güven sınırlarımı çizmesi nasıl bir komediyse,
senin nefret ettiğin insanların tek bir hamleyle bizi hiç etmesi de bi o kadar trajediydi..!
Ağlamaklı, acıklı, yüreği sızlatan, insanlığından utandıran aşağılık bir dramdı artık görünen..!
Görme yetisi olan herkes görür görüneni..!
Biz görünenin arkasındaki gerçeklikle hareket ederiz unutma..!
Biz birbirimizi görmeden sevmedik mi..?
Biz gözlerimizi ışıltılı dünyanın parıltılarına kaptırmadık..!
Gözlerimizi kapattığımızda da hissetmedik mi ülkenin farklı şehirleri olduğumuzu..?
Biz birbirimize yalan söyleyebilir miyiz ölüm nefes kadar yakınken..?
Ve unutma.! Senden önce öleceğimi..!
Geride yalanlar bırakıp mı gideceğim..?
Ne demişti biz daha hayatta yokken birisi;
Bir aşk örüyoruz boşlukta; çizgiden soyut, zerreden öz..!
Ne kollarımız var saracak, ne öpecek dudaklar, ne görülecek yüzümüz var, ne görecek göz..!
İşte bu bizim hikayemizin başlangıç noktasını anlatıyor..!
Herşey bu kadar soyutken bu acılar niye?
Saracak kollarımız, görülecek yüzümüz ve görecek gözümüzün işlev görmesine yaklaştıkça tarih,
gözyaşlarını silmeye, en küçük sıkıntında sevincinde yanında olmaya, hayata karşı birlikte durmaya yaklaşmışken,
kim noktalayabilir ki bu masumiyetle örülmüş sevgi bağını..?


Acılarım ve sevgim hâlâ sana ait,
masumiyetim ve mağduriyetim ise hükümsüzdür..!

12 Ağustos 2010 Perşembe

Kırmızı Su Balesi


Senin bir rengin vardı, bir adın ve kapladığın bir alan..!

Benden önce söylenmişti sana yüzlerce yalan..!

Çocuktun, evet çocuktun ama benimle büyüdün farkında olmadan..!

Bahsettiğin uzakta seni bulmaya yeterdi birkaç eş dost ve kısa bi zaman..!

Bağlantının olmaması yeterliydi anlaman için gittiğinde aslında hiçbir şey kaybetmeyeceğimi..!

Ama gideceğini düşününce de kanımdaki çekilme anlatıyordu bana tüm gerçeği..!

Baş ağrılarını kürtaj ederken kendi baş ağrılarıma gebe kalmıştım..!

Bu iki söz de buraya zor girerdi ama kullanmayacağım pekala sözü yerine aldım onları..!

Gitmek eylemiyle edilen tehditlere siktir git demekti en büyük tutkum; tutkularımdan vazgeçtim..!

Aslında benim için kırmızı değildin sen, çünkü sen başkasında kızarmıştın bende tam olgunlaştın..!

Yani kırmızıyı değil seni seviyordum..!

Saymıyorum saat 4-5-6'ları, saymıyorum salladığım 5. saniye zarlarını,
saymıyorum İstanbul'un riyakarlığını..!

Biliyordum o şehre döndüğünde herşeyin yeniden olduğu haliyle tekrarlanacağını..!

Sen herşey değişti sanarken, güç bela kendine geldiğini ölümlerden döndüğünü unuturken,

ben siyah güneşin hiç batmayacağına inanıyordum..!

Sen ve birileri sana mezar kazarken, ben senin adına Viyana hayalleri kuruyordum..!

Ben zaten dışındayım çemberin, sende içinde değilsin zaten..!

Sana göre ikimizi kaldıramazdı bu şehir; ben gelince sen gidecektin uzaklara..!

Eğer olurda birgün gidersen, gitme istiyorum ama olurda birgün gidersen,
Daha önce de dedim ya gidebildiğin en uzak yere git..!

Git ki..!

Birkaç tuşa birkaç parmak hareketiyle kodlanan vedalar kadar ucuz olmasın bu kez..!

Bu kez,

o kırmızı, damarlarımızdan öyle bi çekilsin ki,

kaybetme korkusu öyle bi yaksın ki canımızı,

İkinci buluşmamızda öyle bi yorulmuş olalım ki,

kaybetmek de bu kadar basit olmasın...!



Köksal Tek
İçe Kaçış


Kazanan mıyım, yoksa kaybeden mi?

Hangi kazancım, hangi kaybımın nedeni?

Gözyaşlarım hangi mutluluğuma yemin ya da hangi kahkaham hangi acıma zemin?

Hangi ölüm daha acısız derken ölümün santigrat cinsinden derecesini hissetmek daha çok acıtıyor canını insanın,

Aynadaki gözlerin diyordu bahar bana, "karşılıklı" demişti ve ardından sayısız noktalar...

Kazanılan puanlar son onur kurtarışı mı, yoksa yeni bir hayat başlangıcı mıydı?

Gitmeye günler kala bambaşka bir şehre kaçış mıydı bu söylediğim onca hayal tretmanı arasından..

Bu şehrin kadınlarını ( genç kızlara kayıyorum artık) güzelleştiren ben miydim, yoksa iki kadeh miydi köpüren masamda..?

Hüznü özlüyorum günlerdir, aylardır, yıl olmasıdır en büyük korkum..!

Elim boşta kalıyor ne zaman yazmak istesem, hep bir yolculuk artık aklımdaki tek şerit, dönüşü olmayan..


Köksal Tek

100 Numara Yalnızlıklar

Kalabalıklardan kaçıp yalnızlaşabildiğim tek yer olmuştu tuvaletler..

Sonra onlara lavabo denmeye başlandı..!

Ben lavabolarda yalnızlaşamıyorum..

Genelde karşı cinse iyi görünmenin mutfağı olarak kullanılıyorlar artık..

Çoğu zaman kamusal ve artık dumansız...!

Köksal Tek